Yanılmıyorsam 1997 sonbaharında, TRAC'ın o zamanlar kimsenin adını sanını bilmediği Arama-Kurtarma Derneği AKUT'a verdiği desteğin bir parçası olarak amatör telsizcilik sınavına hazırlık kursu düzenlenmişti. Öğrencisi olduğum Galatasaray Üniversitesi'nin salonlarından birinı ayarlayıp 10 hafta kadar akşamları ders yapmıştık. Aziz Ağabey bu kursun kanun-yönetmelik ve işletme kısmını vermişti. Bordo sedan arabasınının üniversiteye gelişi bir olay olurdu: Araçta 3m'lik bir SGC HF antenden başka 3 tane de yüksek frekans anteni vardı. Bagajında da onca cihazı beslemek için ikinci bir akü! Kısmen ön camdaki "Sivil Savunma" yazısının da etkisiyle aracının rektörlüğün önüne park edilmesine ses çıkarılmazdı. Büyük bir keyifle tamamladığım o kurs, Aziz Ağabey ile halen süren diyaloğumuzun başlamasına vesile olmuştur. Zaman içinde bazen afetlerde, bazen de afetle ilgili proje ve faaliyetlerde yolumuz kesişmeye devam etti. Doktora tezimi hazırlarken kamu yöneticileriyle ilişki kurmam konusunda bana önemli yardımları oldu. Valliliğin kapısından randevusuz girip bir saat sonra (neredeyse) elinde imzalanmış işbirliği protokolü ile çıktığını şaşkınlıkla izlemişimdir. Bilfiil 36 yıl TRAC'ın genel başkanlığını yapan Aziz Ağabey, bana göre Türkiye'de yalnızca (amatör) afet haberleşmesine değil, afet gönüllülüğüne de tartışmasız en büyük katkıları sağlamış olan kişilerden biridir.
Aşağıdaki yazı kendisiyle 2021'de gerçekleştirmiş olduğumu iki görüşmenin kayıtlarından derlenmiştir.
Benim tabii gençliğim İstanbul'dan Tuzla’nın manyetik telefonla arandığı dönem. Ve bu tabii çok belirleyici bir faktör. Son derece kısıtlı, yani İstanbul içinde otomatik arayabiliyorsun, İstanbul'un üç adım ötesini... bırak iller arasını, bırak ülkeler arasını, üç adım ötesini "yazdırarak" aradığım bir dönemden bahsediyoruz. O dönemde birden bire haberleşmeye ilgi duymaya başladım. Tesadüfen, okula gidip-gelirken geçtiğim Yüksekkaldırım'da bir dükkanda Braun T-1000 alıcıyı, yani o dönemin en iyi kısa dalga alıcısını gördüm. Rahmetli pederi ikna ettim, aldık. O alıcı ile kısa dalga dinlerdim. Deniz muhaberesi dahil bütün HF spektrumunu dinlerdim... Tabii kısa dalga radyoları dinleyerek propagasyon kavramını anlamaya başladım.
Yıl kaç?
1964-1965 falan. Alman Lisesi'ne gidiyorum. Derken yine aynı yılda, tesadüfen, Alman Lisesi'nde amatör telsizcilk kavramını duydum. Alman Fizik ve kimya öğretmenlerinden biri amatörmüş, onun vasıtasıyla. Hatta bizim Tuzla'daki evde bir DXpedition falan yaptık.
Bu öğretmenin çağrı işaretini filan hatırlıyor musun hiç? (* Bu kişi büyük olasılıkla Dieter veya Diethelm Butkus, Kadri Başak’ın anılarında TA1NT olarak geçiyor)
Hatırlamıyorum. Cihangir'de oturuyordu, yolumun üstünde, bayağı da meraklı bir adamdı. Klasik Heathkit HW-32'ler dönemi, onun da bir tane var. Onun vasıtasıyla o dönemin amatörleriyle tanışmaya başladım. Eşref Adalı adını duydum o tarihte, sonra rahmetli Kamuran Topakoğlu... ve Nuri Çıtakoğlu, onlarla tanıştım. Hatta Kamuran Topakoğlu’nun Sultanahmet'teki evinde HF quad anteni vardı. Sen düşünebiliyor musun? İki eleman, cubical quad vardı İstanbul'un göbeğinde. Tabii düşünürsen o gün için dehşet bir olay.
Konu komşu filan şikayet etmemiş mi?
Çok enteresan. Tam karşılarında da karakol var. Tabii millet merak etmiş... Düşünürsen müthiş absürt şeyler yani. O dönem "TV-DX" çok moda. "Televizyon DX'çiliği"... Sorduklarında "Ya bu nedir?" diye gayet sakin derlermiş "işte biz bununla yabancı televizyonları izliyoruz"... Hakikaten biz de yapardık onu. 50 MHz'te canavar yabancı televizyonlar gelirdi. Saatlerce Alman televizyonunu Tuzla'da izlediğimi hatırlarım. Yani pırıl pırıl bir vaziyette. Tabii propagasyon bir değişir, gider ama aynı frekansta FM radyo da vardı hakeza. Propagasyon iyi olduğu zaman pırıl pırıl gelirdi Tuzla'da hakikaten ondan biz çok yararlandık. O benim merakımı tetikleyen şeylerden bir tanesiydi.
Peki bu Alman nasıl sizin Tuzla'daki eve geldi, orada istasyon kurdu ?
Orada bayağı kalabalık bir grupla biz DXpedition yaptık. Birtakım arkadaşlarla gittik kışın ortasında, bizim ekip, bu hoca falan. Ama şöyle bir talihsizlik oldu orada, çok komiktir. Elektrik şebekesinde arıza oldu. Manyetolu telefon var, diyorum ya... Telefonla elektrik idaresini aradık. Tabi nice zaman sonra geldiler tamir ettiler. Bu arada tesadüfen telefoncular geldi. “Merdivenimiz yok şunun bir ucunu telefon direğine bağlar mısınız?" dedik, telefoncular çıkıp dipolün bir ucunu direğe bağladılar (gülüyoruz) Tabii kimseye telsiz kurduğumuz söyleyemiyoruz. “Radyo anteni” falan dedik. Başladık çalışmaya. Beş dakika on dakika geçmedi ki voltaj iniyor aşağıya. Pat bir ses sigorta attı dışarıda. Neyse yine telefon, bir daha geldiler. Adamlar bir daha tamir ettiler ama üçüncü defa gelmediler. Çünkü aşağıda bir yerde bir kabloyu kazı yaparlarken bozmuşlar, ondan dolayı su almış falan. Neyse sonuçta iki üç tane Japonya QSO'su yaptık hiç unutmam. Şartlar da çok iyi fakat soğuktan donduk. Bir mart ayı falandı belki de CQWWDX gibi bir yarışma esnasında gittik. Neyse bu arada tabii lise bitti, Almanya'ya gideceğiz. Ama Eşref Adalı'dan falan duyuyordum TRAC'a gidenler var bizden diye. Fakat benim fırsatım olmadı artık. Açıkçası pek ümidim de yoktu Türkiye'de (amatör telsizciliğin) açılacağından. Ama gidenler vardı.
O tarihlerde Türkiye'de Teknik üniversite radyosu var radyo yayıncılığında. Yani mesela ben o Braun'u aldıktan sonra tabii VHF spektrumuna da bakıyordum. Bir fark ettim ki bizim emniyet burada 4 metre bandında. Almanlardan sanıyorum Almanlardan hibe cihazlar gelmiş. Almanlar da 4 metre bandını kullanır. Yani 88'in biraz altını. Bir farkettim ki gayet güzel dinleniyor, o tarihte FM bandı (88-108 MHz) tamamen boş önüne gelen kullanıyor ama Teknik üniversite haricinde herhangi bir şey istasyon yok. O da günün belli saatlerinde... Gerçek anlamda bir radyo yayıncılığı falan yok. TRT falan var ama FM yayıncılığı yok. Orta dalga ve kısa dalga. Yani başka bir şey yok. Ve bu arada, çok enteresandır. Endüstri meslek liselerinde kısa dalgada, 41 metre bandında çalışan okul radyoları var.
Cem Ağabey söylemişti bunu. Şimdi hatırlıyorum. O Maçka Endüstri Meslek mezunu, "okulumuzda radyo vardı" diyordu.
Evet yani böyle bir ilginç bir dönem.
Aziz Ağabey peki ne eğitimi görmüştün Almanya’da ? Bildiğim kadarıyla senin uzmanlığın ahşap ve orman ürünleri. Almanya'ya dört yıllığına üniversiteye mi gittin?
Evet evet aynen öyle. 1971 senesinde gittim. Orman ürünleri mühendisiyim ben ama Almanya'da okudum. Hatta fakülteden sonra bir de staj yaptım. Her neyse Almanya'ya gittim orada soruştururken Stuttgart yakınında yakınında biz staj yeri bulduk. Rotary vasıtasıyla, rahmetli babam Rotaryen'di... oraya gittiğimde (amatörleri) sordum "Doktor var bir tane o bu işleri yapar gel seni tanıştıralım" dediler. Ondan sonra doktorla tanıştık. O kırsal alanda doktorlar çok kıymetli. Adama, koca bir villa yapmışlar. Sırf gelsin de orada doktorluk yapsın diye. Adamın koca kulesi var bir tane kübikal quad tepede, iki metre (144 MHz) arabasında var. Orada da o tarihte telefon yani şehir içi dahil anormal pahalı; telefon bütün dünyada o tarihte çok pahalı. Nitekim de (amatör telsizciliğin) Amerika'da da bu kadar popüler olmasının sebeplerinden bir tanesi de odur benim bildiğim kadarıyla. Çünkü Amerika'da telefon tarifeleri çok pahalı. Her neyse, adamın arabasında 2 metre cihazı var hanımıyla onunla irtibatlaşır, araziye çıktığında vesaire. Bir de bana QSO yaptırdı evden, kendi istasyonunundan öyle bir şey oldu. Sonra ben 1976’da döndüm Türkiye'ye. Ama (eğitimim) bizim bu yaptığımız çalışmalarla (radyo) tamamen ilgisiz. Buraya döndükten sonra bu konuyla (radyo) çok ilgim kalmadı.
Döndükten sonra yine kısa dalgayı dinlemeye başladım. Bir gün böyle dinlerken bir baktım ki Türkçe bir muhabere. Bayağı da hızlı bir muhabere. "Yahu ne oluyor falan" dedik. Rahmetli Bahri Bey imiş meğersem. Huşeng diye bir adam vardı. Almanya’da, İran asıllı, Türkçe konuşan... DJ0AJ idi işareti(* büyük olasılıkla bu kişi halen aynı çağrı işaretini kullanan Ekrem Suleymani) İşte bir grup böyle enteresan bir grup ve Bahri Bey de arasında olmak üzere, bir SSB muhabere var. Araştırdım. O sırada tesadüfen bizim bir yani ortağı olduğumuz bir şirket, Almanya'da da ortakları olan bir şirket, Apple IIc getirmişti. Yani muhasebe programı olan yükleyip hani burada fabrikada kullanılır diye. Tabii Apple IIc geldi ama herhangi bir şekilde bir yazılım yok. O sırada Apple'ın Türkiye distribütörlüğünü Komili Grubu almış vaziyette. Ana ortaklarından biri de bizim Ayaspaşa'da komşumuz. O sırada Fuar var. Göstermelik bir tane kompüter koymaları lazım. Bizimkinin haricinde ortalıkta hiçbir kompüter yok. Rica ettiler bizden. "Tamam" dedik "biz veririz ama yazılım konusunda yardımcı olmanız koşuluyla". "Hay hay" falan dediler. İşte onlarda çalışan Teknik Üniversite mezunu bir genç mühendis geldi. Eşref Adalı'yı sordum. Benim hocam dedi, telefonunu da verdi. Eşref Adalı'yı aradım. Bizim eski başkanın Salim'in telefonunu verdi bana.
Bunlar kaç yılında oluyor aşağı yukarı?
82 sonu, 83. Ben gayet sakin gittim, TRAC'ı buldum. Bir han odası, Allah ömür versin bizim Salim'in avukatlık ofisinin karşısındaki odayı kiralamışlar. Her akşam o bugünün TA1D'sı, rahmetli TA1A, TA1G... Kocamustafa Paşa tayfası, hepsi orada. Yani birbirlerine belki 500 metre uzaklıkta yaşıyorlar. Ben gayet sakin gittim “ben sizi kısa dalgada duydum, telefonunuzu adresinizi hocadan aldım..." dedim. "Buyur" dediler. Gayet de sempatiyle karşıladılar. Yalnız hiç unutmam bir kenarda oturan gözlüklü bir adam... Hiçbir şey söylemeden oturuyor ve beni süzüyor "bu nereden çıktı?" diye. Rahmetli Ünal Bey. Çünkü hala biraz "kaçak" durumundalar ve pek istemiyorlar yani...Kim geliyor? Bu neyin nesidir falan. Ama Salim çok rahat, hiç oralı olmadı. "Tamam gel" dedi, "anlatalım, gösterelim”.
Bu kanundan önce mi?
Kanun çıkmış ama ortada yönetmelik yok. Tam olarak yasal değilller. Çünkü yönetmelik olmadan, olay açıklığa kavuşmuş değil aslında.
Bugünkü çağrı işaretleriyle anıyorsun da onun için sordum. O tarihlerde kendi uydurdukları işaretleri kullanıyorlardı sanıyordum.
Evet bugünün işaretlerini söylüyorum. Tabii ben de mesela TA1AS'yı kullanıyordum.
Sen kendine öyle mi dedin?
Evet, öyle dediler. "Ad, soyad" dediler, hatta "(havaya) çıksana sen de" dediler. Bugün cihaz ithalatçısı olan, yani piyasada bilinen firmalardan birinin sahibinde bir tane FT 707 vardı. Alıcı olarak kullanmak niyetiyle almıştım o FT-707'yi. Benim derdim sadece dinlemek. Yani kısa dalga radyoda VFO'yu, BFO'yu milimetrik ayarlamakla uğraşacağıma 707 ile gidip tak diye üstüne ayarlayıp dinliyorum. Büyük konfor."Yahu niye çıkmıyorsun" dediler "olur mu" dedim ben ama sonuçta "iyi" dedik, TA1AS olara bir müddet çalıştım. Ondan sonra şöyle bir karar aldık biz aramızda, yönetmelik çıkına kadar biz kapatacağız istasyonları. Yani öyle bir "gentlemen's agreement" gibi bir vaziyet oldu. Ona da uyduk aslında yani. Fakat hatırladıkça çok şey sinirlenirim o ara Bhutan çıktı. Bu da o tarihte olabilecek en baba DX. Hala da öyle. Adamı duyuyorum ama... "yok" dedik, "söz sözdür". Hiç unutmam Bhutan çalışırken biz böyle oturup yaşlı gözlerle izlemiştik. Kanun çıkmış ama yönetmelik çıkmamış. Dolayısıyla ortada hala bir boşluk var. O boşluk ne olacak onu merak ediyoruz tabii. Bu arada bizim TRAC'a TGM’den sürekli heyetler gidiyor geliyor. TRAC bütün o yönetmelik hazırlığın içinde aslında ve çağırıyorlar fikir alıyorlar. Tabii kaçta kaçını dinliyorlar? Sonra gördük, pek az bir kısmı dinlemişler ama en azından en azından fikrini aldılar TRAC'ın, öyle diyeyim. Tabi çıkan yönetmelik pek öyle bizim arzuladığımız türde bir yönetmelik değildi ama yani o tarihte işte o kadarı oluyordu demek ki.
1985 veya 1986. Istanbul, Kabataş'taki evindeki istasyonu. Aziz Şasa arşivinden. |
İstanbul, Tuzla'daki evinde bir yarışma sırasında kurulmuş antenler. CQWPX, 1986 CW Dünya 1.si (All Band) TA1KA/2. Aziz Şasa arşivinden. |
|
Kendi deyişiyle Aziz Bey'in "Tuzla Dönemi"ne ait bir QSL kartı. Caglar Akgüngör arşivinden |
Peki mesela ne gibi tavsiyelerde bulundunuz da onlar bunu dinlemediler? Ne söylediniz de olmadı?
Şimdi onların hepsinin ayrıntısı bende yok. Yalnız bana Salim'in anlattığı -bizim o dönemdeki genel başkanın- ve ondan sonra çıkan sonuca baktığım zaman, hiçbir şey dinlememişler. Mesela yaş sınırı.
Neydi o yaş sınırı konusu ?
Benim bildiğim, hatırladığım kadarıyla (amatör telsizcilikte) herhangi bir yaş sınırı olmamasını kabul etmemişler. Onu (yaş sınırını) biz kaldırtana kadar -kanun 83'te, yönetmelik 84'te- onca yıl yürürlükte kaldı. 2000 senesinde çok ciddi bir gayret sarf ettik, biz çok kapsamlı bir rapor hazırladık Haberleşme Yüksek Kurulu'na ben teslim ettim hatta. Kanun değişikliği meclise geldi ve kabul edildi sonra.Böylece yasadan çıkmasını sağladık, yönetmelikten çıkartılması da 4 yıl daha aldı. Konu TK’ya (BTK’nın selefi) gitti, özellikle rahmetli ablam, dolayısıyla çok yakın ilişkim Başbakanlık Baş müşaviri, sonra Kültür Bakanı oldu, Sayın Nabi Avcı... O araya girdi ve TK Başkanına konuyu bizim hazırladığımız raporla iletti. TK ‘da 6 Saatlik çok sert tartışmayla (yaş sınırı dahil) tüm diğer sorunlu maddeler yönetmelikten çıkartıldı.
Bu madde neden bu kadar önemliydi?
Gençlik! (Alt yaş sınırı) 18 dediğin zaman kimi amatör yapacaksın gençlerden? On sekiz yaşında insanın dersana, okul, universite sınavı... hangi sıra amatörlükle uğraşacak hali var? Yani bize o kadar çok büyük vakit kaybettirdi ki. Daha internetin vesairenin olmadığı bir dönemde eğer o saçma yaş kısıtlaması olmasaydı, telsiz gibi böyle bir alternatif haberleşmenin olduğu dönemde, insanların deneysel bir takım çalışmalar yapabileceği bir enstrüman olsaydı? Olabilecekleri sen düşün. Öyle büyük bir kayıptır ki bak bize yirmi küsur sene vakit kaybettirdi, öyle diyeyim sana. Benim için hala çok acıdır.
Ne yazık ki çıkarken engel olamamışsınız bunun konulmasına.
Ne diyorum sana? Biz aslında o etapta kanunun çıkmasına şükrettik yani kanunun çıkmasına. Bunları Eşref Adalı ile konuşursan çok iyi olur. Daha önce anlattım mı bilmiyorum, iki defa Elektrik Mühendisleri Odası, Milli Savunma Bakanlığı ve TRAC’ın ortak hazırladığı kanun metni bütün komisyonlardan geçiyor ama gündeme alınmıyor, gündeme alınmaya değer bulunmuyor. Hatta herkes Özal'ın çıkarttığını sanar ama hayır askerler çıkartmıştır. Askerlerin çıkarttığı son kanundur ve onlar da resmen işi tesadüfe bırakmamak için o kanunu çıkarmışlardır.
Peki bir şey soracağım. Niye sence Meclis gündemine gelmemiş bir şeydir?
Zihniyet meselesi. Önemsemezler. Yani neyin önemli olduğu, neyin önemli olmadığı konusunda çok tuhaf bir şey var. Gündeme alınmaya değer bulunmuyor. Yani öncelikler çok garip bir şekilde belirleniyor, öyle diyeyim sana, öyle değil mi? Hangi mantıkla neyi bekliyorsun yani? Ve de oradaki ilginç olan şey şu: Mühendisler Odası, Milli Savunma Bakanlığı ve TRAC'ın ortak taslağı. Yani üçlüye dikkat et: Oda, dernek ve bakanlık ortak taslak hazırlayabiliyor ve meclise götürebiliyor.
İyi ama bu kadar sene amatör telsizcilik yasaklı olduktan sonra 83'te kim istedi de yasa çıkarıldı?
Askerler. Milli Güvenlik Konseyi’nin yani askeri rejimin çıkarttığı son kanundur. Eğer sivillere kalsaydı o kanun hayatta çıkmazdı, hayatta çıkmazdı. Yani o çok açık seçik ve bunu her yerde söylüyorum. Millet Özal falan çıkardı zanneder. Alakası yok. İş onlara kalsaydı biz hala kum havuzunda çelik çomak oynuyor durumundaydık. Ben sana söyleyeyim.
Askerler stratejik bir nedenle mi istemişler bunu peki?
Gerekçe gayet net. Afetlerdeki faydası. Bizim afet konusuna bu kadar eğilmemizin nedeni -ben bunu her yerde söylerim- bu kadar sarılmamızın sebebi odur, çünkü bu sebeple çıkmıştır kanun. Yani bizim önümüz bu sayede açılmıştır, O beklentiyle açılmıştır. Veya biz minnet borcu ödüyoruz her zaman bunu söylerim, biz minnet borcu ödüyoruz. Sonradan TRAC'ın kamu yararına dernek statüsü kazanması da o sayede oldu, çok açık söylüyorum.
Anladım. Peki geldiler, fikir sordular. Yönetmelik hazırlandı...
Çok komik. Bak esas absürt bir sahneyi söyleyeyim sana. Şimdi ben tabii TRAC’a gidiyorum, geliyorum. Daha yeni üye olmuşum. Bir gün bir haber geldi TGM’ den "Ya biz hiç amatör istasyon görmedik, bize bir istasyon kurun da şunu bir görelim." Sahneyi sen düşün. Daha henüz ortada yönetmelik falan yok. Çağrı işaretleri zaten uydurma. Rahmetli Ünal Bey'in istasyonu denildi. O da "Aman Aziz gel dedi şu ekipmanı toparlayalım" dedi. Travmatik olaylar olmuş tabii baskınlar vesaire. Ona gelen olmamış ama her ihtimale karşı mesela bir akrabasına tuner'i, başka birine power supply'ı dağıtmış... Ama hepsi İstanbul'un başka bir yerinde. Şimdi biz başladık Ünal Bey'le bütün İstanbul'u dolaşmaya. Ben de araba olduğu için. Gittik malzemeleri topladık onun istasyonunu kurduk. (Geldiler). Elbette tune etmek için ister istemez deneme yapıyorsun. Tabii TA ortadan kaybolmuş epey bir müddettir birden bire ortaya çıkınca olay oldu! Ben istasyon başındayım cihazın başında. (Karşı istasyonlar) "Yahu ne oluyor?" diyorlar, ben de gayet sakin yahu "işte kamu otoritesi görmek istedi onlar için gösteri yapıyoruz" diyorum.Millet yerlere yatıyor. Üstelik bir de korsan işaretle çıkıyoruz... Neyse geldiler, çok hoşlarına gitti.
Kim geldi Aziz Ağabey görmeye?
TGM’ nin bütün üst kademesi, çoğu da emekli asker. Bir tek Mehmet Ekinalan vardı o zaman sivil, bizim işlere bakan, PTT'den gelme. Sonra hatta Telekom'un başına falan da geçti. Yani böyle böyle bir enteresan bir dönem. O dönemleri anlatmak açısından birşeyi daha anlatayım. QSL kartlarını postaneden ben alırdım, sonra götürürdüm (TRAC'a). Bir takım kartlar gelirdi. Ünal Bey, rahmetli, böyle esrarengiz bir şekilde "ya ben bunları tanıyorum...ben götürürüm onlara" falan der ama ne olduklarını söylemezdi. Meğersem Boğazın ucunda bir yerdeki bir üste çalışan iki tane astsubay varmış. Bizi dinlemekle vazifeli. Özellikle dinlerler ve orada şakır şakır QSO yaparlarmış. Uydurma işaretlerle hakeza. Yani bizi dinlemekle görevliler, kendileri amatör telsizcilik yapıyorlardı. Onlara gelen QSL kartları. Bu arada tabii Sovyetler Birliği dönemi... Posta kutusu 109 var o zaman Karaköy postanesinde, özellikle tabii Ruslar çok aktif olduğu için en fazla Ruslarla QSO yapıldığı kaynıyor. Onları gider alırdım, onların arasında da bu ikisine gelen kartlar olurdu. Biri vefat etti. Bodrum'da telsiz tamiri yapardı. Dünya iyisi bir insandı. Allah rahmet eylesin.
Yani aslında Türkiye'de kimin amatörlük yaptığını biliyorlardı.
Tabii canım biliniyor. Daha öncesinde, 12 Mart 1971 öncesinde “biz geleceğiz, cihazları yok edin" diye haber gönderiyorlar. Bir tatsızlık olmasın diye. Şunu biliyorsun, amatör telsizciliğin legal olmadığı yerlerle yapılan görüşmeler DXCC'de kabul edilmez. Ama Türkiye kabul edildi. Niye? Çünkü bir sürü Amerikalı burada (amatör telsizci olarak) çalışıyor üslerde, bu bir. İkincisi, Derneğe soruyorlar. "Böyle biri duyuldu, biliyor musunuz?" "Biliyoruz" dediğimiz anda bitti tamam mı? Hemen DXCC’de kabul ediliyor.
Tolere ediyorlar yani olayı.
Tabii canım gayet net, gayet net. Hani " yok olun" diyorlar falan hatta... Fakat olumsuz şeyler de oluyor. O büyük takibatta, yani büyük büyük patırtıda bir arkadaşımız yakalanıyor. Tabii mahkemeye düşüyor. E ne yapılacak bir kere gözaltına alınıyor. Ondan sonra ver elini Selimiye. Fakat Selimiye'de askerler bunları VIP koğuşta tutuyorlar yapıyorlar. Yani son derece iyi muamele görüyor. Hatta kademeye çıkıyor. Orada telsiz kademesi de var. Onlarla birlikte çalışıyor falan sohbet ediyorlar, çay içiyorlar, öyle. Yani Aziz Nesin'le falan birlikte misafir olmuşlar oraya. O arkadaşımızın cihazını seneler sonra iade ettiler. Hatta HW-32 idi. HW-32 Teknik Üniversite'ye gidiyor. Milli İstihbarat Teşkilatı ve askeri istihbarattan amatör telsizcilik nedir ne değildir rapor isteniyor. Gelen raporların hepsi bunun faydalı bir şey olduğu, aslında yasaklı olmaması gerektiği falan mealinde... Bununla da o tarihteki deyimle espiyonaj (casusluk) yapılamayacağı falan şeklinde. Böyle bir görüş geliyor. Tabii ne yapacak adamlar bununla? Bununla kimseyi mahkum edemezler Derken yani yine bu askeri istihbarat da aynı tarzda bir şey veriyor, görüş veriyor. Yani işte bir adamı da bilmem ne kadar tutmuşlar içeride bir de tazminat verilecek içeride tuttukları süreden. Yani (evinde buldukları) parkayı hesaba katarak iki ay mı ne bir ceza veriyorlar, salıyorlar ve öyle bitiyor iş. Seneler sonra da sonra da cihazı geri aldı adliyenin emanetinden.
Anladım, tekrar yönetmeliğin çıkışına dönersek, ilk sınav nasıl yapıldı?
Çıktı. "Sınav yapacağız" dediler. "İyi" dedik, gittik, Şükrü Balcı Polis okulu, Florya'da. Bir şubat ayı. Acayip kar yağıyor. İlk sınavı yaptılar.Şöyle bir sınav düşün profesyonelle, yani gemi sınavıyla, kara profesyonelinin karışımı bir sınav. Deniz ehliyeti ile kara ehliyetinin karışımı... Hatta ücret hesapları falan gibi şeyler var. Böyle enteresan. Bir gün böyle geçti tamam mı? Yani kar fırtınasında biz gidiyoruz, geliyoruz. Dediler ki "manipleyi unutmuşuz" Ne yapacağız? Allah'tan -o da rahmetli oldu- Ahmet KAYNAK-TA2D(SK) (Zonguldak Karadeniz Ereğli Endüstri Meslek Lisesi'nde çok insan yetiştirdi). Onun yanında varmış. Mors sınavı yapıldı öyle ikinci günde. Hatta orada enteresan bir madde de vardı. Mesela birinci sınıf deniz ehliyeti olanlara -Ünal Bey öyleydi rahmetli- sınavsız ilk işaret verildi. Muadil sayıldı. Ama o ehliyetin de hakikaten de gaddar bir sınavı vardı. Deniz telsiz ehliyeti ciddi bir şey.
Hatta bu eskiden telsiz zabitliği dedikleri değil mi o?
Olay aynen o, aynen o. Hatta Ünal Bey hatırlarsan çok müthiş bir CW'cuydu. Zaten o 3222 döneminde de havaya çıkabileyim diye almış o. Aslında doktor. Ama telsizle ilgilenebilecek için telsiz zabiti ehliyeti almış yani. Birinci sınıf ehliyeti almak da ölüm yani. Yani alan alan bir avuç insandan biri. Evet, neyse, sınavın üçüncü günü, bu sefer kalktılar işaretleri verdiler. Biz tabii bizim eski gayriresmi işaretlerle onlarla devam ederiz derken "yok" dediler, "bakın temiz sayfa açılıyor onun için de sıfırdan başlıyoruz". Tek harfler... "yahu yapmayın etmeyin" diyoruz çünkü tek harflilere biliyorsun kimse alışık değil Amerika haricinde. Avrupa'da yok. Yarışmalarda falan derdimi anlatana kadar çok zorlanırdım. Hep adam ikinci harfi arar diyorduk ki "yok bizde ikinci harf". Yarışmalarda falan ciddi problem oluyordu. Neyse işte öyle. O da bir anektod...
Sınav daha mı ciddiydi o zaman onu merak ediyorum. Bir de, amatörlük ve deniz telsiz zabiti sınavı karışık mı oldu?
Amatörlük ile ilgili bir tek şey yok. Hiçbir şey yok. Amatör özellikle. Oradaki amaç o ehliyetin verilmesiydi. Onun için verdiler. O günün şartlarında yapılabilecek oydu herhalde. Öyle başladık. Bir avuç insan. Sonra Ankara sınavları falan yapıldı. Onlar biraz daha amatör telsizciliğe uygundu.
Peki nasıl çalıştınız, hazırlandınız? Sorular falan da bilinmiyor.
Sorulara falan hazırlanmadık aslında. Bizimkilerin çoğu tabii işte işi biliyordu. O kadar da zorlanmadılar. Klasik teknik sorular falan filan, (amatörlüğün) bir an önce başlamasını istiyorlar.
Bugün çağrı işareti tek harfli olanlar, o gün sınava girenler mi, yoksa parti parti sonradan girenler de mi oldu ?
Daha sonra alanlar da oldu tabii. İstanbul'daki sınava bak kim geldi? TA1A'dan TA1F'ye kadar veya 1G'ye kadar. Mehmet Başak'ın Internet sayfasına bakarsan orada var, hatta fotoğraflar var sınavda çekilmiş. O bu konudaki en önemli kaynak, ona bakmanı tavsiye ederim.
Anladım. Bu arada bütün dernekler TRAC faaliyetlerini durdurdu, sonra tekrar başladı bu faaliyetler. O arada mesela ANTRAK da kuruldu Ankara'da. Bu süreçler nasıl oldu, TRAC tekrardan nasıl faaliyete geçti?
Orada benim tam içinde olmadığım bir takım hadiseler var. Ben onu çok sonradan öğrendim. Rivayet odur ki bir takım şeyler yaşanmış. ANTRAK'ın kurucuları başvurmuşlar fakat başvuruya olumlu cevap verilmemiş diye. Tabi bunu doğruluyamıyorum çünkü maalesef maalesef kayıtların hepsi gitti. Ama işte ANTRAK kuruluyor tabii Ankara'da güçlü bir takım bağlantıları olan bir dernek, o kanaldan ilerliyorlar. Biz bir yandan... Sonra İzmir'de EDRAED kuruluyor. Ege Deniz ve Radyo Amatörleri ile Denizcilik ve Radyo Amatörleri Derneği kuruluyor. O tarihteki ünlü iş adamlarından biri idi kuranlardan biri. Türkiye'deki ilk amatör radyo amatörleri festivali düzenliyor. Biz oraya gittik, bayağı bir kalabalıktı. Orada bir takım tartışmalar oldu, öyle diyeyim. İşte QSL Büro ile ilgili falan, kim yapacak? Böyle bir tepki var. Ben de taze üye oluşum, bu tepkiyi anlayamıyorum, tam da bilmiyorum. Bana böyle tuhaf geliyor. Nereden kaynaklandığını da tam bilmediğim için tam da izahını da alamıyorum. Her neyse, öyle bir nahoş bir atmosfer vardı onun dağılması biraz vakit aldı ama işte sonunda dağıldı.
Peki neden farklı dernek kurma eğilimleri oldu, bu amatörler eskiden TRAC üyesi mi idi ?
Hiçbiri değil. Hayır, onların hiçbiri değil. Orada bir tek bizim Ankara şubesini kuran rahmetli arkadaşımız vardı. Bir o eski. Hatta onun da saçlarını kazımışlar o meşhur operasyonların birinde. Sıkıntılar yaşamış o dönemde (1970'lerde). Onunla biz işte orada bayağı da bir zorluklar yaşadık. Çünkü sürekli bir tıkanma vardı, ve tıkanmanın niye olduğunu da ben bir türlü bilemiyorum ama gayri ihtiyari insan tepki veriyor tabii. Öyle bir enteresan dönem yaşadık maalesef. Sonra bir takım önyargıların gelişmesi vesaire. Yani önyargılar çok kolay egemen kılınıyor bu ülkede, öyle diyelim. Yakın bir tarihe kadar öyle bir şey vardı. Şimdi yavaş yavaş yumuşar gibi bir durum var. Ama yani şuna gelmek istiyorum, sonuçta bir sürü yanlış anlama ve de yani kısmen bilgisizlik, kısmen ama çok büyük ölçüde tabii yani olayın özünü kavrayamamak gibi bir şey. Yani rasyonel olmayan bir takım davranışlarla maalesef çok vakit kaybedildi. Ben öyle diyorum. Niye ayrışma oldu? O da olabilir, o da bir ayrışma. Tabii ki olma ihtimali var. Çünkü sonuçta hepimiz insanız. Belki tercihler farklıydı.
1980'lerin sonu. Ankara'da bir field day. Güneş gözlüklü, şapkalı kişi TA1E Aziz ŞASA. Aziz Şasa arşivinden. |
1980'lerin sonu. Ankara'da bir field day. Güneş gözlüklü, şapkalı kişi TA1E Aziz ŞASA. Ayaktaki gözlüklü kişi Timur KILIÇÇÖTE (TA2BX-SK) Aziz Şasa arşivinden. |
Peki sonra ne oldu? CB dönemi geldi.
Ama CB bizden önce, sonra değil. Bizden önce.
Öyle mi? Ben bunu Turgut Özal'la beraber gelen ve serbest bırakılan bir şey diye hatırlıyorum.
Hayır hayır. O telsiz kanunuyla birlikte çıktı, nasıl diyeyim, ticari değeri olduğu için ilk onu bıraktılar. Hatta hiç unutmam o bahsettiğim arkadaş ithal ettikleri seti benim Tuzla'daki eve getirdi, içinde basit bir vertikal anten vardı, oradan biz 27 MHz'te DX yapmıştık. O tarihte bir de propagasyon da güzel, Fransa QSO'su yapmıştık. Fransa deyince o da böyle bir şaşırmıştı. "Sonuçta kısa dalga, böyledir" dedim. Şimdi CB tabii bizim olayı ciddi miktarda gölgeledi. Bizimle başlasaydı daha iyi olurdu.
Geri dönüp baktığım zaman ANTRAK'la olan problemin sebeplerinden biri de oydu büyük ihtimalle. Şöyle: Şimdi CB monitörlüğü diye bir şey verdiler bize. Aslında kanunda yeri yok. CB'nin denetimini bize verdiler. Hatta ben daha yeni seçilmiştim ve ben buna aslında sıcak bakmadım. Dediğim gibi kanunda bunun yeri yok, problem olacak diye düşünüyordum. "Yok yok" dediler zorla... Hatta ithalatçılar da cihazlar alındı. O cihazlar bize verildi ki bandı dinleyelim. Ben de mesela acil durum kanalı vardı, 9'uncu kanal, o kanalı monitör ederdim.Orada enteresan olaylar yaşadım. O biraz tabii şu anda belki kapsamımız dışında olduğu için ona girmiyorum ama benim bir tane olaya müdahalem basında yer aldı (CB'yi basın da kullanıyordu, orada bir durum yaşandı, işin uzamamasını ve başka bir kanala geçmelerine sağladım falan). Fikret Bey vardı, bilmiyorum yaşıyor mu hala? O tarihte Hürriyet'te çalışıyordu, “bir nazik görevli" diye benimle ilgili biraz tabii abartarak yaptığım müdahaleyi aksettirmişti. Neyse sonradan birçok yerde benim tahmin ettiğim gibi maalesef çok büyük sorunlar oldu ve bir sürü kavga çıktı bununla ilgili yani.
Bunu TGM istedi değil mi? Ne gibi sorunlar çıktı?
Tabii, TGM istedi. Hiçbir kanuni dayanağı yok. Sonuçta sen orada bir kamu görevini yürütüyorsun. Tamam da bir kamu görevi yürütecek dayanağın olması lazım... O dayanak yok. E şimdi böyle ev basmalar falan oldu. Birileri tabii işi abarttı. Adam mesela çıkmış, güç sınırını aşmış -tabii lineerler hemen piyasaya düşmüştü, İtalyan Zetagi'ler falan- bizim millet durur mu? Enteresan şeyler yaşandı. Bu sefer tabii bir de bir takım yerlere enterferans yapmaya başladılar. O televizyonlara enterferans derken şikayetler... İş ondan sonra biraz çığırından çıktı açıkçası. Eee, çığırından çıkınca da nahoş olaylar yaşandı. İşte o onların neticesidir. Mesela Adana'daki birçok sorunun, özellikle bir arkadaşımızın yaşadığı sıkıntıların kökeninde o monitörlük var.
Türkiye'de bu CB modası ne kadar sürdü?
Türkiye'de CB'cilik işi bayağı sürdü. Aslında ilk başta ben yolda bir yerlere giderkenmesela, iş seyahatlerinde, sürekli o acil durum kanalını doğru kullanılıyor mu diye dinlerdim. Ve mesela Anadolu'da bayağı bir müddet çok faydalı şekilde kullanıldı. Yani mesela köye ambulans çağırma, jandarmaya haber verme vs. Tabii Türkiye'nin daha hala telefon altyapısının çok sağlıklı olmadığı bir dönemden bahsediyoruz. Bir de yani seyyar telefonun olmadığı ortamı düşün. Adam çıkıyor bir mobil cihaz kuruyor, bir bir tehlikeli duruma rastladığı zaman haber veriyor. Hatta jandarma karakollarında o tarihte bir sürü CB cihaz kuruldu. Bayağı faydası oldu onun bence. CB çok yanlış bir olay değildi ama sonuçta sen kullanıcıları eğitemediğin müddetçe olacağı buydu ve oldu da.
Öyle yozlaştı gitti yani.
Yozlaştı, yozlaştı. Türkiye'de böyle bir takım meraklar var. Şöyle düşün: Yıllarca telsizin yasak olduğu bir ülke. Tabii telsizin tabii müthiş bir karizması var. O karizmadan dolayı insanlar çok meraklı bu işe. Bunlar bir faktör yani. Hiç unutmam ben mesela daha ilk yönetmeliğe göre el telsizini evden evden dışarı çıkaramıyordun. Ben tabii çıkarıyordum (* Burada sözü geçen kısıtlama 1984 yönetmeliğinin 19. maddesinden kaynaklanıyor. Bu madde amatör telsiz cihazlarının yalnızca afet ve olağanüstü hallerde sabit istasyon dışında kullanımına izin veriyordu).
40 yıl öncesinin sosyal medyası Halk Bandı'nda sıkıntılar. Cumhuriyet, 21 Ekim 1985 |
Monitörlük sistemi geliyor. Cumhuriyet, 4 Ekim 1986 |
Çok acayip adı "el telsizi" ama evinden dışarı çıkaramıyorsun.
Mesela bak eski yönetmelik, bizim web sayfasına koydular 1984 yönetmeliği diye. Ona bir göz at istiyorsan. Çok enteresan bir yönetmeliktir o. Oradaki bütün kısıtlamalar kalktı. Ben de onu mahsustan koydum, millet bir görsün. nereden nereye geldi bu iş, anlatabiliyor muyum? Bunu tabii arada sırada hatırlatmakta fayda var. Hiç unutmam İtalyan amatörler geldi, tabii mektupla haber verdiler falan, nerede e-mail falan... Bir yerde balık yemeğe götürdüm, yürüyoruz böyle karanlık. Orada bir sivil ekip var. Benim elimdeki telsizi gördü. Hiç unutmam o lafını adamın "Ya şu hale baksana" dedi, "telsiz nasıl ayağa düştü." Ama buydu yani. Eee böyle bir telsiz, böyle bir karizma olayıydı işte. Ondan dolayı da böyle bu işlere biraz farklı bakan insanlar da çıktı tabii.
Telefon ağının falan gelişmesiyle zaten söndü tahmin ediyorum. Kalmadı havası.
Bir de tabii esas esas bir de millet bıktı. Bir de tadı kaçınca... Yani arkadaş aramalar vesaireler falan bunlar tabii çok insanı rahatsız etti.
Aslında sosyal medya gibi bir şey olmuş yani bir anlamda.
Bir anlamda amatörlük de öyle. Evet, hiç unutmam. Benim benim en severek dinlediğim, daha lise döneminde, benim bir şey her akşam benim Braun'u açıp dinlediğim ZL2BC. Her gece HF'e çıkardı ve ben onun dünyanın öbür ucundaki arkadaşlarıyla olan sohbetlerini saatlerce dinlerdim. Şartlar da o kadar güzel ki... Al sana sosyal medya yani... düşünürsen, adam dünyanın öbür ucundakiyle saatlerce konuşabiliyor. Yani bir sosyal medya görevi de gördü amatör telsizcilik.
Ama sonuçta CB bu anlamda belki de amatörlük imajının ne bileyim zarar görmesine neden oldu.
Bizde oldu, arkadaş arıyorum şeyi vardı ya metaforu yani o tabii o egemen oldu yani bizi gördükleri zaman "breyk breyk, arkadaş arıyorum muhabbeti olurdu" maalesef o da bir gerçek.
Merak ettiğim bir konu da şu: Senin başkanlığa gelişin nasıl oldu? Çünkü sonuçta yeni gelen birisiydin TRAC'a.
Kucağıma düştü (gülüyoruz). Ben sonradan duydum bunları ama, oturup konuşulmuş bu. Benim samimi bir biçimde, bir çıkar beklemeksizin bu işe sarılacağımı düşünmüşler. Onlar getirdiler beni. Zaten bir avuç insan vardı. Bir de İstanbul odaklıydı, böyle Anadolu'da bir sürü şube falan da yoktu. Taş çatlasa 30-40 kişiydi. Zaten genel kurulu zor topladık. Ben de niyetliydim, itiraz etmedim. Bir de üye olduğum 1983'ten, başkanlığa seçildiğim 1986'ya kadar olanı biteni takip etmiştim, içindeydim. Benim vakit ayırabileceğimi gördüler.
Peki seçildikten sonra odaklandığın konular neler oldu ?
İlk amatör telsizcilik yönetmeliğinin getirdiği kısıtlamalar bir tanesiydi, yaş sınırının kaldırılması o zamandan başlayan çalışmaların bir sonucudur işte.
Yeni şubelerin açılması ve büyüme de senin döneminde oldu sanırım?
Orada bayağı bir mesaim oldu, evet. Tabii ilk inisiyatif şube kurmak isteyenlerden geldi, onlarla gittim görüştüm. 1983 öncesinde kaç şube vardı bilemiyorum, bunları benden daha eski olanlar anlatsa daha iyi. Ama 1983'ten sonra yavaş yavaş şubeler açılmaya başlamıştı. Önce İstabul Şubesi, ardından Ankara kurulmuştu.1986'dan sonra aslında stratejiyi büyük ölçüde ben kurguladım. Elbette tek başıma değildim. Yönetim kurulu da çok destek oldu. Ben allame-i cihan değilim sonuçta ama benim vaktim vardı. Ben vaktimin çok büyük bir bölümünü buna ayırdım. Çok şükür bir gelir derdim de yoktu. Çocuk büyütmedim... Ticaretle uğraşan ve çocuk büyüten bir insan benim yaptıklarımı yapamazdı. Bu kadar açık. Vakit ayırabildim, nakit ayırabildim. Çok büyük bir nakit değil belki ama yıllar içinde toplamını alırsan yine de hatırı sayılır bir miktar çıkacaktır. O dönemde otomobille binlerce kilometre yol yapabiliyordum. Bütün imkanlarımı kullandım. Başkaları da yapabilirdi belki ama benim bu avatajlarım vardı.
Büyüme ve yaygınlaşmanın zorlukları olmadı mı? Mesafeye rağmen belli standartları sağlamak mesela...
Zorlukları da oldu. Ama bak mesela her afetten sonra ilerledik biz. Sorunlar ne zaman baş gösterdi biliyor musun? İnsanların aklı başka şeylerle çelindiği zaman. Yani "bundan ne çıkar sağlarım ben kendime" diye düşünmeye başladıkları zaman. Yaşadık bunu. Egoyla birlikte gelen olaylar da oldu. Çok ilginç bir olay vardır mesela, bir bilardocu çıktı, binbir sözle İzmir şubesine başkan oldu sonra da bir daha ortalıkta görünmedi. Defterleri elinden zor aldık. İnsanlar benmerkezci olabiliyor. Ben de egosu olan bir insanım, kimi zaman karalarıma da etki etmiştir ama en azından bir adım atmadan, bir söz söylemeden önce düşündüm. Ben analize daha çok önem verdim, herşeyi analiz temelli yapmaya özen gösterdim. Bir de ego için değil, keyif için yaptım bu işi. Başkalıktan da bilerek ayrıldım, enerjim azaldı, ailevi konulara odaklanmak zorundayım. Ciddi derecede yorgunum, ama önümüz açık artık. Bir sorunumuz, şu anda iş takibi yapacak kişi bulmakta zorlanıyoruz.
|
Anlıyorum. Peki 1980’lerden sonra olaylar nasıl gelişti? Amatör telsizcilik kamu yönetimi nezdinde tanınır hale geldi mi?
1990 senesinde bana bir celp geldi. Sivil savunma celbi. O enteresan, o güne kadar yapılmamış bir şey, bayağı da ciddi. "Allah Allah" falan dedim, gittim. Beşiktaş Kaymakamlığı'na, Beşiktaş Sivil Savunma. O tarihte ilçe sivil savunmalar vardı. İçeride bir memur, benim bir koltuğumun altında benim 2m portatif cihaz, SSB (olasılıkla FT 290). Ondan sonra bir cebimde benim ilk el cihazı, Yaesu'nun tırnaklı el cihazı. Adam böyle hayretle bakıyor bana. Bana gelen celp yazısını gösterdim. Ve (yazı) bir avcı birliği için, yani milis gücü olarak cephe arkasında olacak bir avcı birliği, vs. "Benim daha iyi bir fikrim var. haberleşmeyi biz üstlenmeyi düşünürüz" dedim. "Dur yahu" dedi, bir ilgilendi. "Ben de konuşayım dedi bir müdürle". Ondan sonra müdürünü aradı ondan. Müdür böyle "aman hemen gelsin" dedi heyecanla. O dönemin İl Sivil Savunma müdürü. Ben tabii hemen ertesi gün gittim. On gün sonra da ilk tatbikatı yaptık ve afet gönüllülüğünün başlangıcıdır o. 16 Haziran 1990. İlginç ama yani onlar gene böyle askeri bir nedenden dolayı aslında bir şeyler yapmak istiyorlar...
Körfez Savaşı yüzünden falan mı acaba?
O sonradan gelecek. Onu anlatacağım. Daha sonraki fasıl Körfez Savaşı. Bu Sovyetler Birliği dağılıyor telaşı... ona hazırlık olarak. Hani böyle bir belirsizlik var ya, e tamam Sovyetler Birliği dağılıyor ama bizim etrafımızda kaç tane ülke var Sovyetler Birliği'nin parçası olan. Bunlar ne yapacak, ne edecek, belirsizlik var. Dolayısıyla bir sürprizle karşılaşmamak için bizimkiler de her ihtimale karşı işte böyle bir tatbikatlar falan yaparak hani bir hazırlık yapma moduna giriyorlar. O nedenle böyle bir tatbikat planlanıyor. Sivil Savunma tatbikatı İstanbul'da tesadüfen benim önüme düşüyor ve de biz de ona ona böylece katılmış olduk, öyle diyelim. Neyse onu yaptık işte, ilk tatbikat falan derken geçti. Arkasından iş ciddiye bındı hakikaten Körfez Savaşı'na hazırlık yapmaya başladılar. Bak biz 1986'da gittik valiye, anlatmaya çalışıyoruz işte afet haberleşmesi falan. Hatta kanun maddelerini çalıştık. Sivil Savunma Kanunu, 1958, yani yirmi sekiz sene evvel çıkmış bir kanun maddesi var. O kanun kanun maddesini çalıştırarak işte sivil savunma gönüllüsü, ama haberleşme gönüllüsü olarak çalışmak istiyorum. Bizim ne için geldiğimizi bildirmişler, hiç incelememiş bile. "Öyle bir kanun mu var?" diyor. Çok da ünlü bir vali, ama işte konuyla ilgili bilgisi bu kadar...
AKUT dahil, (afet gönüllülüğünde) herkes varlığını iki tane adama borçludur bak. Kapıyı zorlayan biziz. Kapıyı açanlarsa o iki kişidir. Birincisi, o dönemin şeyi Sivil Savunma İl Müdürü Zekai Büyüksaraç, Allah ömür versin Konya'da emekli şimdi. Şimdi ilk tatbikatı yapıyorlar bizimle, tabii bayılıyorlar çünkü en büyük problemlerini hallediyoruz, tamam mı? Arkadan bir sürü tatbikat yapılıyor. Ankara'da Kasım 1990. Ankara Hipodrom tatbikatı... İşte orada herkesin borçlu olduğu ikinci adam çıkıyor. Rahmetli Ahmet Duran Bozkır. Sivil Savunma Genel Müdürü. çıkıyor karşıma. "Aziz Bey" diyor, "bu Körfez Savaşı ufukta, bizim bu ikaz alarm mekanizmasını, haberleşme mekanizmasını bir yerde yedeklememiz lazım. Diyarbakır'da bir istasyon kurar mısınız?" Ve gitik işte, 53 gün nöbet tuttum ben. Hatta tatbikatların birinde benim yanıma bir ilçe sivil savunma müdürü yanaştı. "Aziz Bey" dedi, "sizin (trac) Sultanahmet'te yeriniz var mıydı ?" "Vallahi bir zamanlar varmış, ben sonradan geldim, o tarihte dernekte değildim. Dolayısıyla tam vakıf değilim ama öyle bir şey duydum ben" dedim. Adam durdu, kahkahalarla gülmeye başladı. "Aziz Bey" dedi, "ben o sizin dernek merkezini basan ekibin başındaydım". Gerçekten mi? Evet, evet. O tarihte emir veriyorlar "gidin bunlar nedir bakın" diye. O zaman adam geliyor bizim derneği basıyor. Ee tabii şey yok, tertemiz bir dernek. Bu müdür, tatbikatlar da durur durur, milletin biraz birikmesini bekler, ondan sonra böyle bağıra bağıra "Ya Aziz Bey? Biliyor musunuz ben sizin derneği basan timin başındaydım" derdi, kahkahalarla gülerek. Çok absürt ya sen düşün ya onun baskın yaptığı dernekle kamu işbirliği yapıyor haberleşme konusunda. Hiç unutmam onu da.
Körfez Savaşı boyunca TRAC'ın sağladığı haberleşme desteği nedeniyle Diyarbakır Valiliği'nin göndermiş olduğu teşekkür yazısı. Bilal Ekmekci arşivinden |
TRAC bundan sonra neler yapacak sence?
Bir konu şu: Istanbul Depremi kapıda bekliyor. 20 milyon nüfus burada. 6 Şubat 2023 depreminde TRAC çok etkili oldu. Hatay'da 9 gün boyunce bizimkinden başka çalışan bir sistem yoktu. Ulusal olarak da bütün ağ, ilk dakikadan itibaren işledi. Neden, çünkü biz oturup, Kandilli ile -Allah rahmet eylesin, bizim için büyük bir kayıptır, Doğan Kalafat hoca ile- önceden çalışmıştık. Ve bu görüldü. Biraz daha insan yetiştirebilsek, Afet Haberleşmesi Hizmet Grubunun liderliği de bize gelecektir aslında. Bu işin altından bir tek biz kalkabiliyoruz.
Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU) Genel Sekreteri Dr. Hamadoun Touré'ye TRAC rozeti takarken. Aziz Şasa arşivinden. |
Geçmişle ilgili son bir soru soracağım: Bir çekirdek bir grup vardı. Yani yıllarca 3222'nin altında bu işi yapmış olan. Sonra tamam yeni kanun çıktı, bu grup kaldı olduğu gibi bunlar lisans aldı, devam etti.
Maalesef hepsi değil.
Peki devam etmeyen niye etmedi? İkinci soru da şu: Yani yeni bir dalga geldi. Mesela ben bunlara ikinci dalga diyorum. Çünkü bunlardan sonra bir de üçüncü dalga var mesela benim de dahil olduğum filan... İkinci dalga mesela nasıl merak sardı da geldi? Sonra bu birinci grupla, yeni gelenler arasında mesela bir farklılık var mıydı tipoloji olarak? Yani o çekirdek kadro bu genişlemeyi, büyümeyi nasıl algıladı, nasıl değerlendirdi?
Şöyle, aslında sevindi. Bence sayıları bir incelememiz lazım. Yıllar yılı bunu. Bu aslında bir tez çalışması için enteresan olabilir. Yıllar içinde belge sayıları. İstatistikleri vardır, vardır illaki vardır onun istatistikleri. Bence ona bakmak lazım. Bizim derginin ayakta durma ve batma sürecine de bakarsan... Çok enteresandır, internet ve telefonun gelişmesiyle birlikte bizim dergi de baş aşağı gidiyor. Bu benim bir gözlemim ama bunu kanıtlamak için tabii ciddi bir çalışma yapmam lazım. Birinin bu çalışmayı yapması lazım bence. Buradan büyük ihtimalle bir takım sosyolojik çıkarımlar da yapılır.
Ne gibi çıkarımlar yapılabileceğini düşünüyorsun ?
Şimdi burada eğitim sistemindeki değişimler kesinlikle bir parametre. Yani eğitimde yapısal bir takım bozulmaların başlamasıyla sosyolojik bir takım şeyler vesaire bunlar iç içe. Bunların da kesişme noktaları var bence bu eğrilerde.
İyiye doğru mu? Kötüye doğru mu?
Hayır, kötüye doğru tabii. Mesela telekomünikasyon altyapısının gelişmesi insanların bir alternatif arama ihtiyacını ortadan kaldırıyor, veya zayıflatıyor. Tabii internet vesaire çok cep telefonu bunlar çok yeni teknolojiler ve de... bir sınava ihtiyaç duymadığın, hiçbir kısıtı olmayan, parayı verip aldığın bir cihaz (mobil telefon). Başka bir şeye ihtiyacın yok. Öbür tarafta (amatör telsizcilikte) bir sınav mecburiyeti filan var, birtakım kısıtlar var.
Aziz Ağabey amatör telsizcilik teknik bir hobi olduğu için teknik bilgi birikimi veya en azından bu birikimi elde etmek için çalışma istiyor. Ben de şunu düşünüyorum Bizim toplumumuz böyle şeyleri sevmiyor. Yani mesela hemen olacak bir şey çabuk olacak, çok zahmet olmayacak bir şey öğrenmeyi gerektirmeyecek... bize çok uygun bir hobi değil.
Ama geçmişte öyle değil. Yaşadığım bir olayı hiç unutamam. Bak 2002'de ITU'nun İstanbul'da Telekomünikasyon Konferansı. İstanbulda yaptığı 2. büyük konferans (“WTDC-02”)... Bizim istasyon, bir motorkaravanda, önde kocaman bir TRAC flaması var, bir orta yaşlı adamla kızı geçiyor karşı kaldırımdan... Lütfi Kırdar'ın orada. Adam bir bizim o flamayı görünce durdu. "Kızım gitmem lazım, şu arkadaşları görmem lazım" diyor, o da itiraz ediyor. "Hayır gideceğiz" dedi ve yanımıza geldi. Kıza diyor ki "Bak bu dernek sayesinde ben elektroniği öğrendim, ben fotoğrafçıydım" dedi adam. "Elektroniği öğrendikten sonra yeni bir iş kurdum ve varlığımı ona borçluyum" dedi ve gözleri yaşardı adamın. On beş yirmi dakika ayrılmadı. Kız bağırıyor, bekliyorlar. "Hayır" diyor "bu arkadaşlarla konuşacağım, bu derneğe ben çok şey borçluyum" dedi. Hiç unutmam onu.
Çok ilginç. Benim soruma geri dönersek, örneğin o çekirdek grubun bir kısmı kanun çıktıktan sonra neden girmedi işin içine?
Ona bakarsan mesela hocalar girmedi... çünkü o travmatik operasyonlar var biliyorsun. Hala onların etkisini üzerine atamamış insanlar vardı bunların arasında. Yani yapılan ev aramaları vb…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder